Temmuz 2003

-
Aa
+
a
a
a

"Burada hayvan otlatmak terbiyesizlik; buna izin vermek de ihanet." 

Ensar Öğüt, CHP Ardahan Milletvekili (Ardahan'da, Atatürk'ün siluetinin gölge olarak düştüğüne inanılan arazide yapılan bir tören sırasında, oradan bir koyun sürüsünün geçmesi üzerine.)

Temmuz ayında İtalyan çevre uzmanları, Akdeniz’de su sıcaklığının son 3 bin yılın en yüksek düzeyine ulaştığını bildiriyordu. 27 dereceyi bulan deniz suyu sıcaklığında, bazı canlıların hayatta kalması mümkün olmayacaktı. Dünya Meteoroloji Örgütü de, yeni raporunda, dünyada iklim koşullarının giderek kötüleşeceği uyarısında bulunmuştu. Akdeniz’den kuzey ülkelerine kadar etkili olan sıcak hava dalgası, bütün yeşil alanları kurutuyordu. Bu yaz, kuraklık ve aşırı sıcaklardan en çok zarar gören ülkeler, İtalya, Almanya, Avusturya, İspanya, Fransa ve Portekiz’di. Finlandiya’da sıcaklık otuz dereceyi aşmış, akarsulardaki seviye kaybı, Avusturya'da hidro elektrik santrallerinin faaliyetini, Tuna nehrinde de ulaşımı durdurmuştu.

O sıcak günlerde, ayın sekizinde, İstanbul’da, fısıltı gazetesi korkuyu alevlendirdi. Göllerdeki renk değişimi, derelerde suyun kabarcıklanması, boğucu hava, iç sıkıntısı... gibi ifadeler her nasılsa yan yana gelmiş, Afet Yönetim Merkezi’nin alarma geçtiği, devlet kurumlarının boşaltılacağı söylentisi şehre büyük bir hızla yayılmış ve İstanbul halkının bir bölümü, deprem olmasını beklemeye başlamıştı. Dedikodu ve korku bütün kenti sarmaya başlayınca Kandilli Rasathanesi Müdür Yardımcısı Mustafa Aktar, olağan dışı bir aktivite gözlenmediğini belirtmek zorunda kaldı.

Dünyanın her anlamda en sıcak bölgelerinden Ortadoğu’daysa, o günlerde, Filistin güvenlik güçleri, İsrail ordusunun çekilmesinin ardından Gazze Şeridi’nin kuzeyinde kontrolü devralmıştı. İsrail bu kararı, Filistinli üç militan örgütün saldırılarını askıya almaları üzerine vermişti. Ancak İsrail, Filistin yönetimi bölgede güvenliği sağlayamadığı takdirde, operasyon düzenleme hakkını saklı tutuyordu. Savaş, şiddet ve gerilim dolu haberlerden sıkılmıştık, ama kurtulamıyorduk bu haberlerden. ABD’nin Irak’taki sivil yöneticisi Paul Bremer, Saddam Hüseyin’i yakalayan ya da öldüğünü kanıtlayanlara 25 milyon dolar ödül verileceğini söylüyor, tam 10 gün sonra ise El Cezire televizyonunda yayınlanan ve Saddam Hüseyin’e ait olduğu iddia edilen bir ses bandında, “Hayattayım ve Iraklılar’ın arasındayım,” sözleri duyuluyordu. Gene de, 25 milyon dolar ya da yaklaşık 36 trilyon Türk Lirası gibi bir ‘büyük ikramiye’nin etkisi ancak Aralık ayında hissedilecekti.

Öte yandan, ABD’nin saldırısını protesto eden ama görev sorumluluğuyla gene de Irak’a giden bir Amerikalı askerin barış çağrısı da, o askerin ölümünden sonra duyuluyordu: “Ölüyüm ve Amerikan barışseverleri arasındayım.”

Temmuz ayının bitmesine 1 hafta kala, Saddam Hüseyin’in oğulları Uday ile Kusay’ın öldürüldükleri haberi geldi. Amerikan güçlerinin komutanı Ricardo Sanchez, Musul’da bir eve baskın yapıldığını ve çıkan çatışmada bu kişilerin ve Saddam Hüseyin’in 14 yaşındaki torununun öldürüldüğünü söylüyordu. Uday ile Kusay’ın öldürülmeleri Bağdat’ta havaya ateş açılarak kutlandı. Tony Blair de, o günün yeni Irak için büyük bir gün olduğunu, Uday ve Kusay'in işkence ve cinayet rejimini idare ettiklerini söyledi. Başkan Bush, eski Irak rejiminin tamamen sona erdiğini söylüyordu. Bush bu sözlerini Aralık ayında tekrarlayacaktı.Temmuz’da, Türkiye ile ABD arasında ciddi bir diplomatik ve askeri kriz yaşandı. Ayın dördünde, özel tim mensubu 11 Türk askeri, Kuzey Irak’ın Kerkük kenti yakınlarında Amerika askerleri tarafından gözaltına alındılar. Amerikalı grup, özel timin kaldığı lojmana, nezaket ziyareti gerekçesiyle girmiş ve sonra silahlarını çekip Türk askerlerine tutuklu olduklarını söylemişlerdi. Olayın hemen ardından, lojmanı kuşatan yaklaşık 100 Amerikalı asker binanın kapısını kırarak içeri dalmış, bu sırada binanın dışında bulunan bir Türk askeri, durumu hemen Genelkurmay Başkanlığı’na bildirmişti. Askerler, bir süre sonra serbest bırakıldılar ve Süleymaniye’deki merkezlerine gönderildiler. Gözaltı sırasında Amerikalı askerlerin sert davrandıklarını, kafalarına torba geçirildiğini, dövüldüklerini ve aç bırakıldıklarını söylüyorlardı. Ayrıntıları hiçbir zaman tam olarak öğrenilemeyen bu kısa süreli olay, uzun süreli bir krize neden olmuştu. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, Türk ve Amerikan silahlı kuvvetleri arasında büyük bir güven bunalımından söz ediyordu. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’e göre de, büyük bir hata yapıyordu Amerika.ABD, Türkiye’den askeri desteğe ihtiyacı olduğunu dile getirmiş, Türkiye’de asker gönderilmesi tartışmaları tekrar başlamış ve bu konuda henüz bir karar oluşmamışken Kerkük’te özel tim mensupları gözaltına alınmışlardı.

Savaşın, işgalin yol açtığı en büyük sorun bu değildi elbette, ama büyükçe sorunlardan bir tanesi de Britanya’da etkisini hissettiriyordu. Ülkenin resmi yayın kuruluşu BBC’nin, resmi bir kaynağa dayanarak, Irak’ın tehdit oluşturduğuna ilişkin istihbarat dosyasının allanıp pullandığını; yani Irak’ın 45 saniye içinde kitle imha silahlarını devreye sokabileceği iddiasının abartılı olduğunu belirtmesi, iyice karıştırmıştı ortalığı. Hükûmet, bu resmi kaynağın kim olduğunu öğrenmeyi ve haberin doğruluğunun kanıtlanmasını istiyordu.O günlerde, Tony Blair, Başkan Bush’u ziyareti sırasında, kitle imha silahları ile ilgili iddiaların yanlış olması durumunda, tarihin kendilerini affedeceğini söyledi. Hatta, Amerikan Savunma Bakanı Donald Rumsfeld de, savaşın yeni kanıtlara dayanılarak başlamadığını söyledi.

İşgal gerekçesinin çürük olduğu itiraf edilmişti aslında, ama Britanya’da ok yaydan çıkmıştı bir kere; bir resmi yayın kuruluşu nasıl oluyordu da hükûmeti resmen zor duruma sokuyordu? Birkaç gün sonra, Britanya Savunma Bakanlığı, resmi kaynağın Silah Kontrolü Sekreterliği’nde çalışan Doktor David Kelly olduğunu açıkladı. BBC, herhangi bir doğrulamada bulunmadı. Doktor Kelly, hakkındaki iddiayı önce reddetti, daha sonra da kendisinin intihar ettiği bildirildi. BBC, bu trajik ve esrarengiz olayın üzerinden 1 hafta geçtikten sonra kaynağın Doktor Kelly olduğunu doğruladı.

Temmuz ayıyla birlikte, Avrupa Konseyi'nin, savaş hâli de dahil olmak üzere bütün koşullarda idam cezasının kaldırılmasını öngören protokolü yürürlüğe girmiş bulunuyordu. Konsey ülkelerinden Türkiye, Rusya, Azerbaycan ve Ermenistan dışında 41 ülke, söz konusu protokolü imzalamıştı. Avrupa Birliği’nin dönem başkanlığı da İtalya’ya geçmişti. İtalya, Başbakan Berlusconi sayesinde hızlı bir başlangıç yaptı. Berlusconi, hakkındaki yolsuzluk davaları nedeniyle kendisini eleştiren bir Alman milletvekiline ‘Nazi uşağı’ yakıştırmasında bulundu. Alman milletvekili de cevaben bir hatırlatmada bulundu: Mussolini. Başbakan Erdoğan’ın mahdumu Bilal Bey’in müstakbel nikah şahidi ve Avrupa Birliği yolunda Türkiye’nin yakın destekçisi Berlusconi, çareyi Almanya Şansölyesi Schroeder’den özür dilemekte buldu.

Temmuz sıcakları sürerken ‘Uluslararası Şeffaflık Örgütü Küresel Yolsuzluk Barometresi’ başlıklı raporda, Türkler’in en çok siyasî partilerdeki yolsuzluklardan şikayetçi oldukları ortaya çıktı; İmar Bankası’nın yönetim ve denetimi TMSF’ye geçti; Cumhurbaşkanı Sezer, Susurluk davası mahkumu eski özel harekat daire başkanı İbrahim Şahin’i, Adli Tıp Kurumu’nca saptanan sürekli hastalığı nedeniyle affetti ve BM Kalkınma Programı Yıllık İnsanî Gelişme Endeksi’nde, Türkiye’nin 11 kademe düşerek Arnavutluk’un hemen arkasında 96’ıncı sıraya gerilediği görüldü.

Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan YÖK Yasa Tasarısı’nı, orman vasfını yitirmiş alanların satılıp satılamayacağını tartışıyorduk.

Moskova’da düzenlenen 20 bin kişilik rock konseri intihar bombalarıyla sarsılmış, kafalarından yapışık İranlı ikizler ameliyattan çıkamamışlardı. Lale ve Ladan Bijani, ikisinden birinin ölme ya da sakat kalma riskini bilerek girmişlerdi ameliyata.

Fransa'daki 100’üncü ‘Tour de France’ bisiklet yarışları, Amerikalı Lance Armstrong’un zaferiyle sona erdi. Kanseri yendikten sonra pistlere dönen Armstrong, tarihte yarışı üst üste beşinci kez kazanan, ikinci sporcuydu.